19 Ocak 2023 Perşembe

Travel Ankara 184 : Altındağ - Kelime Müzesi

.

TRAVEL ANKARA 184 : ALTINDAĞ

KELİME MÜZESİ

.

GEZİ TARİHİ: 06 Ocak 2023, Cuma.


Kelime Müzesi:

Yazar Şermin Yaşar tarafından açılan müze, Türkçe kelimelerin, atasözlerinin ve deyimlerin anlamını çocuklara ve gençlere öğretmek amacıyla kurulan Türkiye' nin ilk müzesidir.

Ankara Kalesi ve Medeniyetler Müzesi' ne yakın bir konumda buluna eski zaire ve tiftik ambarı olarak kullanılan binanın restorasyonu sonrasında müze haline getirilir.

.

.

Müze girişi.

Kuş kanadından doğan bir kelime: Güvercin kelimesi, köğermek, göğermekten gelir. Gökyüzüne çıktıkça göğe ait olmak, gökleşmek, mavileşmek...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk' ün üç boyutlu dijital heykeli.

Bazı saatlerin kaçta durduğunu anlamak için rakamlara ihtiyaç yoktur.

Şirazeden çıkmak: Kitabın sırt bölümünde bulunan dikişin bozulması sebebiyle sayfaların dağılması hali.

Bu zırnık: Diğer adı arsenik. Son derece kesif kokusu dolayısıyla pek hoşlanılan bir şey değildir. Bu sebeple bir şey vermekten kaçındığımız durumlarda "zırnık bile koklatmam" deriz. Biz de koklatmıyoruz.

Bu misk: Hoş kokulu bir madde. Ama biz onu, duyduğumuz bütün hoş kokular için kullanır ve "mis gibi" deriz.

Bazen kelimeler ellerden dökülür.

Bu bir dağarcık: Genellikle çobanların kullandığı küçük heybe, küçük çuval demek. Çoban dağarcık içine azığını koyar. Dağarcığın bir anlamı da bellek, hafıza. İnsan dağarcığına öğrendiği kelimeleri, sözleri toplar. Çoban dağarcığına ne koyduysa onu yer, insan dağarcığına ne koyduysa onu der.

Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalur derler

Meğer Hızır-İlyas ola âb-ı hayât içmiş gibi

Abıhayat: Efsaneye göre sadece Hızır ve İlyas' ın bulduğuna inanılan, içeni ölümsüz kılan su.

Kelime hazinesi: Atalardan kalmış en önemli miraslardan biri kelime hazinesidir. Aç sandığını bir hazine sandığını açar gibi. Gör ki içinde ne cevherler var.

Güzel: Güzel kelimesinin aslı gözeldir. Yani gözle ilgili olan, göze hoş gelen, iyi gelen.

Foya: Parıltısını arttırmak için elmas taşlarının altına konan ince metal parçaya foya ismi verilir. Mücevher kullanıldıkça foya kararır ve elmasın parlaklığı azalır. Bir olayın iç yüzünün göründüğü anlarda "foyası meydana çıkmak" deyimi bu sebeple kullanılır.

Bir yüzük yaptım sana

güvercin teleğinden

Bir yüzük bükerek

hoşça kal sözcüğünden

( Metin Altıok )

Hayat kelimelerle örülüdür.

Bu arşın: Metrenin resmen kabulüne kadar kullanılmış ölçü aletlerinden biri. Arşınlamak bir şeyi arşın ile ölçmek olduğu gibi, arşın gibi açık adımlar atarak hızlıca gitmek manasına da gelir. 

Telgrafın tellerini arşınlamalı: Telgrafın tellerini ister arşınla ölçün, ister öyle hızlı adımlar atın ki sevdiğinize telgraftan önce varın.

Mustafa Kemal Atatürk' ün dilimize kazandırdığı geometri terimleri.

Göktürk alfabesinde b harfi teserde görüldüğü şekilde yazılır ve eb ( ev ) diye okunur. Bu harf bir çadıra benzer. 

Biz binlerce yıldır Göktürk alfabesindeki ev kelimesini kullanır, çizdiğimiz ev resimlerinin çatısını tıpkı böyle yaparız.

Saye: Gölge.

Onun sayesinde: Onun gölgesinde, onun yardımıyla.

Vesika belge demektir. 

Vesikalık fotoğraf ise herhangi bir belgede kullanılmak için çekilmiş fotoğraf.

.

Kuş mu konduracak?

Yapacağı şey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?

Gözünde büyütmek.

Kuş kendi evini kendisi yapınca buna "kuş yuvası" diyoruz. Kuşun evini insan yapınca "kuş evi"...

İnsan evine ne zaman ev, ne zaman yuva diyoruz?

Kelime neme gerek?

Dinlediğimiz masallar, söylediğimiz şarkılar, türküler, yavrularımızı uyuttuğumuz ninniler, okuduğumuz romanlar, öyküler, şiirler, duyduğumuz, söylediğimiz, keşke bir kez daha duysam dediğimiz tüm kelimeler yirmi dokuz harfin yan yana gelmesi iledir. Alfabenizi, kelimelerinizi sevin. "Susmak" için bile altı harfe, bir kelimeye ihtiyacınız var...

Üzüm üzüm üzülmek diye bir deyimimiz var ama oradaki üzüm bu asmadaki üzüm değil... Üzmek aslında kırmak, koparmak demek. Gerçekte de kırılınca, bir yerden koparılınca, içimizden bir şey kopunca üzülürüz. Kalbimiz kırılınca üzüldüm deriz. Asmadaki üzümü de yiyebilmemiz için koparmamız, dalından kırmamız lazım ya işte; üzüm kırılan koparılan meyve demek... Geriye dönelim, üzüm üzüm üzülmek dediğimiz şey, üzüldüm ama geçmedi, kırılmaya devam ederek üzülüyorum gibi anlam taşıyor. Çünkü bir acının geçmemiş olması da bir başka acı...

Bir incire isim vermişler, adı "yazılı kavak". Bir zamanlar İstanbul' un Kavak semtindeymiş incir ağaçları. İncirler o kadar güzelmiş ki Kavak inciri olmuş adı. Lezzetinden çatlamış da incir, üstünde elif gibi ince uzun çizgiler oluşmuş. Sanki bir el üzerine yazı yazmış, bir elif çizmiş gibi. böylece olmul incirin adı yazılı kavak inciri. Zamanla inciri silivermiş insanlar, olmuş incirin adı "yazılı kavak".

Okumayı biliyorsan yazı her yerde...

Oturmaya mı geldik?

Lütfen oturmayınız, müzeyi geziniz.

Kilimlerin üzerindeki her bir motif bir kelimeye tekabül eder. Hepsinin bir anlamı vardır. Bizim kilimimizde; saadet, tılsım, bereket, ailede birlik, şans, aşk, el ele yürüyen eşler, sonsuzluk, doğurganlık, altın terazi, çiçekler, köyün delisi, gelin şamdanı, yörük evi, ceviz içi, yürüyen kaz ve yiğit delikanlı kelimeleri var.


Bu çuvaldız: Büyük çuval iğnesi. 

"İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır" atasözündeki çuvaldız.

Ağaç yaşken eğilmiş.

Bu daldız: Balı kovandan, yahut petekten almaya yarayan bal kaşığının adı daldızdır. Söz konusu cümlede bahsedilen şey balın daldızla yenmesidir. Meselenin baldız ile en ufak bir alakası yoktur.

Bu gelin teli: Eskiden gelinlerin duvaklarına takılan gelin teli. "Telli duvaklı gelin olmak" deyiminde ışıldayan gelin teli.

Bu şimşir tarak: Şimşir ağacından yapılmış. Başka ihtiyaçları varken gereksiz özenti ve gösterişle uğraşanlar için kullanılan "kel başa şimşir tarak" sözündeki şimşir tarak budur.

Neredeyse unutulmuş bir kelimemiz var, temâşâ: Hoşlanarak seyretmek, izlemek, bakmak demek. Aynı zamanda tiyatro ve sahne sanatlarının kelime karşılığı. Eskiden insanlar tabloda gördüğünüz gibi temâşâya çıkarlarmış, bakmaya, bakınmaya yani. Mehtaba çıkmak ise ay ışığını izlemeye çıkmak. Uğraşın inceliğine bak...

Kelimeler gezer ve vardıkları dilin ahengini alır.

Bizim kandil dediğimiz; Urduca, Arapça, Rusça, Ermenice, Macarca, Bulgarca, Arnavutça, Makedoncada da kandildir. Aynı kandil Sırpçada kandilj, Yunancada Latincede candela, İngilizcede candle, Fransızcada chandelle diye çıkar karşımıza.

Kelimeler dünyayı aydınlatır.

Eskilerin gezmeye çıkmasının adı seyrana çıkmak. Mesire yeri ise gezi alanı demek. Tabloda gördüğünüz yer belli ki mesire yeri. Herkes gezi halinde. Ancak bilemeyiz bayram mı, seyran mı?

Bu sırça: Sırça cam demek. 

"Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmaz" atasözündeki sırça kelimesi şimdi yerini buldu mu?

Farsça "el" demek olan dest kelimesini biz "deste" derken kullanırız. Bir elin içine sığan, bir elle tutulabilecek olan demektir. Derelerden, çeşmelerden akıp gidensuyu elle tutabilmek, elle taşımak için de aynı kelimeyi kullanmış, adına desti / testi demişiz.

Sefer, sofra, misafir kelimeleri aynı köktendir.

Sefer yolculuk demek. Sefer tası yolculukta yemek taşıma kabı, yoldan gelen kişi, misafir. Misafir için hazırlanan yemek sofra...

Vezir ve sadrazamların giydiği bu büyük kavuğun adı "kallavi külah". Artık kallavi külahlar yok, ancak bir şeyin büyüklüğünü ifade etmek için kallavi kelimesini hala kullanıyoruz.

Bu maşrapa: Bir içme kabı.

Kelime Arapça şrb kökünden geliyor. Şerbet, şarap, şurup ve tüm içecekler için kullanılan meşrubat kelimeleri bu kökten. Hatta Fransızların sorbesi de serbet / sorbet kelimesinden gelmekte.

Bu okka: 1.283 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü.

Okkalı; ağır çeken, ağır gelen demek. Okkalı kahve ise kahvesi bol olan sert kahve...

Kapı kelimesi kapmak, bitişmek, bir araya gelmek fiilinden gelir. Aynı kökten gelen bir kelimemiz daha var: Kapuşmak! Kapuşmak değişime uğramış ve zamanla "kavuşmak" olmuş.

Kapı açılır ve insanlar birbirine kavuşur. Bu kadar basit ve bu kadar derin...

Eskiden insanlar sukınır, suvunur, yaykanır, yunar, yevinür, çimer, sayınır, durulanır, suya girer, suya düşer, sabunlanır, arınır, aklanır, paklanır, banyolanır, yıkanırlardı. 

Şimdi duş alıyorlar...

Kaşık kelimesi, kaşık fiilinden gelir. Kaşımak, kaşıyarak aşındırmak, oymak, yontmak anlamında. Kelime kökeni tamam ama biz tahtanın nasıl kaşınarak tahta kaşık olduğunu, bir kaşık için ne emek harcandığını da göstermek istedik.

Siyeç: Halk ağzında yapraksız, meyvesiz ağaç.

Kös: Mehter takımında da yer alan büyük davulun ismidir. Eskiden savaşa giderken kösler at üzerinde götürülürdü. Taşıma ve yerinin değiştirilmesi zorluğu malumunuzdur.

Buradan hareketle sağa sola bakmadan ve az hareketle öylece oturmaya bugün "kös kös oturmak" diyoruz.

Yelek, yelpaze, yelken. Üçü de aynı kökten. Biri yel alan, biri yel yapan, biri yelle açılan...

Yumruk, yumurta, yumak. Üçü de aynı kökten. Kısarak, sıkarak kapanıp yuvarlak olan.

Bu takatuka: "Al şu takatukaları takatukacıya götür" diye başlayan tekerlemedeki takatuka.

Bir çeşit kül tablası. Külü silkmek için tütün çubuğunu takatukaya vurduklarında çıkan ses dolayısıyla bu ismi almış. Takatukacı takatukaları takatukalatmadan gönderir mi acaba?

Ayak bileklerinin iki yanındaki ufak kemiklerin adı aşık kemiğidir. Hayvanların aşık kemikleri yüzyıllardır çocukların elinde bir oyuncağa dönüşür. Çocuklar toplanır, ellerindeki aşıkları ortaya atarlar ve oyun başlar. Oyun dağılır ve geriye "rekabet etmek, yarışmak" manasındaki "aşık atmak" deyimi kalır.

Bu havan: Boşuna uğraşmak anlamındaki "havanda su dövmek" deyiminde geçen havan. Bir diğer adı döveç. Evet, evet. Halk ağzıyla, türküdeki "samsak döveci".

Bu kese: Eskilerin para cüzdanı. "Kesenin ağzını açtım", "kesenize bereket", "bol keseden atıyor" derken bahsettiğimiz kese budur.

Kese kağıdı, kesenin kağıttan yapılmış hali. Bir de safra kesesi var, onunki şekil benzerliği.

Bu rastık: Kadınların kaşlarını ve gözlerini boyamak için kullandıkları bir çeşit sürme. Kaş boyamanın karşılığı Anadolu' da "kaş yapmak". Bazen kaş yaparken sürme çubuğu elden kayıverir ve göze batar. Bu talihsiz durum, bir işi düzelteyim derken iyice bozmak anlamına gelen "kaş yaparken göz çıkartmak" deyimini doğurur.

Biri "mekik dokumak" deyimindeki dokuma mekiği, diğeri uzay mekiği. İkisi de mekik. Kelimenin aslı Farsça makuk, kayık demek. İkisi de kayık şeklinde. Uzay mekiğinin diğer adı da zaten uzay gemisi. Spor olarak yaptığımız mekik çekme hareketi kürek çekermiş gibi. Yediğimiz mekik kekler de kayık şeklinde. 

Bu şinanay: Bir çeşit mumluk.

Aynız zamanda sevinç, mutluluk, neşe hali için kullanılan bir kelime. Şinanay kelimesini duyunca mırıldandığımız şarkı ise Melih Cevdet Anday' ın dizelerinden:

.

Nato kafa, nato mermer: "Söz dinlemez, laf anlamaz" manasındaki bu deyim esasen Yunanca olup "işte kafa, işte mermer" anlamını taşır.

Bir evde üretim varsa kelime de vardır.

Laf salatası: Anlamsız, boş, anlaşılmayan sözler.

Bilgi küpleri.

Farsçadan ayak yerine pa! yı almışız, olmuş bize pabuç. Arapçadan kademi almış, sırra kadem basmışız. Latinceden ped' i almışız, demişiz pedal.

Kelimeler ayaklanıp bize gelmişler gibi.

İspanyol yazar Cervantes ünlü romanı Don Kişot' u yazarken, romanın ana karakterini Türkçeye "gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak" anlamına gelen "donkişotluk yapmak" deyimini kazandıracağını tahmin edebilir miydi acaba?.

Danzig Baltık Denizinde bir liman kentidir. Eskiden, ülkemize Danzig üzerinden gelen ithal ürünlere "DANZIG" damgası vurulurdu. Damga üzerindeki yazıyı okumakla zorlanan halkımız, kelimeyi danziga, danişka ve nihayetinde daniska olarak telaffuz etmiştir. "Daniska" kelimesi zamanla "oldukça iyi, bir şeyin en iyisi, kalitelisi" manasını almıştır. Bir kelimenin halk ağzında uğradığı değişimin daniskası...

Bir Zamanlar

Bazı akşam üstleri, oturur

Hikayeler yazardım, deli gibi!

Ben hikaye yazarken 

Kafamdaki insanlar

Balığa çıkarlardı.

Kadınlar kahve cezvelerini ısıtan, 

Mavi ışıklı ispirto lambalarını yakarlardı.

( Sait Faik Abasıyanık)


Lime lime.

Geri dönüşü olmayan kararlar vermek manasındaki "gemileri yakmak" deyimi; Cebelitarık Boğazı' na adını veren Emevi komutanı Tarık Bin Ziyad' ın, askerlerinin düşman korkusunu yenmek ve ordusuna geri dönüşün olmadığını anlatmak için kendi gemilerini yaktırması olayına dayanır. Gemiler yanar, korku kesilir ve savaş kazanılır.

İlmik mi? İlmek mi?

İkisi de olur.

Çıtkırıldım: İnce, dayanıksız, çabuk etkilenen insan.

Karga tulumba: Birini kollarından, bacaklarından tutup kaldırıp götürmek anlamındaki "karga tulumba etmek" sözünün ne kargayla ne de tulumbayla alakası vardır. Bu denizcilikte yelken kaldırıp toplama emridir: Carga la tromba!

Yalnızlık.

Üstü kapalı olarak onu kırıcı, üzüntü verici söz söylemeye iğnelemek denir. 

İğne acıtır.

Oysa hepimize yetecek kadar güzel kelimelerimiz var.

Metruk: Terk edilmiş.

Bir pas yağar terk edilenin üstüne.

İnsan olsun, şehir olsun, ev olsun...

Bisküvi: Fransızca bis, ikinci kez anlamına geliyor. Bisküvi iki kez pişirilmiş demek. Konserlerde sanatçıyı alkışlayarak tekrar sahneye davet etmek de "bis yapmak", yani ikinci kez sahneye almak...

Düşeriz, dizimizi kanatırız, yaralanırız da oraya gazlı bez sararız. Ama koklarsın koklarsın, gaz kokusu gelmez. Çünkü gazlı bez gazlı değildir. Onun aslı gaz bezidir. Onun da aslı Gazze bezi. Gazze' nin meşhur incecik tülbent bezi.

Bu çoban: Latincesi pastor. Çoban yaşantılarını, kır hayatını anlatan şiirlerin adı ise pastoral şiir...

Bu lir: Eski bir telli çalgı.

Lirik şiir ise lir eşliğinde söylenen, daha çok kişşisel duyguları dile getiren, duygusal şiirlerin adı. Bir de lir kuşu var. Kuyruğunu açtığında tıpkı lire benzediği için bu adla anılıyor.

Şiirin müziğin, kuşların aynı kelimede buluşması çok lirik değil mi?

Bu bağa: Kaplumbağanın kabuğuna verilen isim. Bağa ile kaplı kurbağanın adı kaplu(m)bağa, bağası kurumuş olan ise kur(u)bağa...

Sen fırça dediğinde, benim zihnimde bunlardan herhangi biri canlanabilir. Daha iyi anlaşılmak istiyorsan, lütfen daha fazla kelime ile konuş.

.

.

i l .

O öyle değil, böyle.

Ateşten gömlek.

Türkçede içi boş, oyuk ya da oyulabilen nesnelerin çoğunun "K" ile başladığını biliyor muydunuz?

Aksiseda: Yankı. Sesin bir yere çarpıp geri dönmesiyle oluşan ikinci ses.

Bu defter Şermin Yaşar' ın "Dedemin Bakkalı" kitabına konu olan Kaya Bakkaliyesi' nde tutulmuş 1980 - 1982 yıllarına ait bakkal defteridir.

Karışık, düzensiz yazılarla dolu defterlere de bakkal defteri denir. Hesap ortada.

Mıh, iskandil, mahmuz, pranga.

.

.

.

.

.

Bu gezinin yolcusu: Kelime Müzesi' nde.

.

.

.

.

.

@bygölgegezgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder